Amirallerin Montrö bildirisi davasında gerekçeli karar açıklandı

"Amirallerin Montrö bildirisi" davasında gerekçeli karar açıklandı
"Amirallerin Montrö bildirisi" olarak bilinen açıklamada imzası olan 103 emekli amiralin yargılandığı davada, suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle tüm sanıklara verilen beraat kararının gerekçesi açıklandı. Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi, "devletin güvenliğine veya anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma" suçundan açılan davanın karar duruşmasında, aralarında eski Deniz Kuvvetleri Komutanları Bülent Bostanoğlu, Eşref Oğuz Yiğit ve Murat Bilgel’in de aralarında bulunduğu 103 sanık hakkında "suçun yasal unsurlarının oluşmadığı" gerekçesiyle beraat kararı vermişti. Kararın gerekçesini açıklayan mahkeme, suçun maddi unsurlarının oluşmadığını belirtti. Suçun maddi unsurunun gerçekleşmesi için "elverişli vasıtalarla" işlenmesi konusunda failler arasında anlaşma olması gerektiği vurgulanan gerekçede, şu ifadelere yer verildi: "Anlaşmaya katılan kişiler arasında fikir uygunluğunun belirli, programlı bir şekle girmiş olması, vasıtaların tespit edilmesi ve gayeye yakın ciddi ve tehlikeli olma şartı bulunmaktadır. Suçun maddi unsurunun gerçekleşmesi için failler arasında belirlenen suçun ’elverişli vasıtalarla’ işlenmesi konusunda anlaşma olmalıdır. Suç için devletin ülkesine, egemenliğine, birliğine ve Anayasa düzenine karşı suçlardan herhangi birini işlemek üzere anlaşılması gerektiğinden burada elverişli vasıtanın cebir ve şiddet kullanımına uygun ağırlık ve kuvvette silah, personel, askeri araç ve teçhizat olması gerekmektedir. Anlaşmaya konu edilen suçun işlenebilmesi için elverişli vasıta bulunmuyorsa suçun maddi unsurunun gerçekleştiği söylenemez." Gerekçede, suçun maddi unsurunun gerçekleşmesi için en az iki veya daha fazla kişinin anlaştığının maddi olgularla tespiti gerektiğine değinildi. Yasadaki "maddi olgularla belirlenen bir biçimde olması" ibaresinin, suçun oluştuğunu kabul edebilmek için bulunması gerekli delillerin niteliğine işaret ettiği, suçun manevi unsurunun ise kasıt olduğu, bu suçun ancak kasıtla işlenebileceği vurgulandı. Savcılık iddianamesinde, metnin kaleme alınış tarzı, açıklanma saati ve şekli itibarıyla "muhtıra" şeklinde değerlendirildiğinin ve farklı kesimlerde rahatsızlık doğurduğunun öne sürüldüğü vurgulanırken, şu ifadeler yer aldı: "Metne ilişkin toplumsal tepki gelişmesi, aleyhine görüşler açıklanması demokratik hukuk devleti olmanın gereği açısından ne kadar doğru ise içeriğinin suç oluşturup oluşturmadığına dair hukuki değerlendirme yapılmadan iddianamede belirtildiği üzere sırf metnin kaleme alınış tarzının, açıklanma saatinin, şekli itibarıyla ’muhtıra’ şeklinde değerlendirilmesinin, metnin başlangıç cümlesinin maksatlı olarak ’Yüce Türk Milleti’ şeklinde başlatılmasının, soruşturma aşamasında ulaşan ihbar, suç duyurusu ve şikayet dilekçelerine göre farklı kesimlerde ciddi bir rahatsızlık doğurmasının sanıkların üzerlerine atılı suçun sübutu yönünden maddi delil niteliğinde kabul edilmesi ceza hukuku bağlamında doğru değildir." "İfade özgürlüğü, çağdaş demokrasilerin en temel yapı taşlarından birisidir" Gerekçede, ifade özgürlüğünün çağdaş demokrasilerin en temel yapı taşlarından birisi olduğu vurgulandı. "Gerek Montrö Boğazlar Sözleşmesi gerekse de kamusal tartışmaya açılan muvazzaf bir amiralin sarık ve cübbeyle görüntülenmesi konusunda sanıkların yapmış olduğu açıklama bir düşünce veya fikir açıklaması olarak nitelendirilebilir." Gerekçede, ifade özgürlüğünün bağımsız ve tarafsız mahkemelerin koruması altında olduğuna işaret edilirken, şu ifadelere yer verildi: "Vatandaşların bu haklarını kullanarak açıkladıkları görüş ve düşüncelerinden dolayı kamusal otorite veya toplumun diğer kişi, kısım veya gruplarca baskılanmamaları hakkın kullanımı açısından oldukça önemlidir. Açıklanan her bir görüş veya düşüncenin toplumun tamamı veya kamusal otorite tarafından kabul görmesi mümkün veya sağlıklı değildir. Anayasal demokrasi için mühim olan, kişilerin hukuken suç olarak kabul edilmeyen görüş ve düşüncelerini açıklama hürriyetlerini tek tek veya toplu olarak toplumsal veya kamusal baskı altında kalmaksızın kullanabilmeleridir. Bir görüş veya düşünce açısından mutlak hakikate ancak düşünce ve fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesi, bunlara karşı varsa antitezlerin ileri sürülmesi sonucunda yapılabilecek sentezle ulaşılabilir."